6 Ekim 2007 Cumartesi


if the kids are united….

sokaklarınızı güzelleştirin: kuşlayın, pullayın, boyayın, yazılayın. sokak lambaları iki işe yarar faşistleri sallandırmak için ve süslemek için. aşağıda origami kılavuzu değil “çıkart-yapıştır” materyali PDF olarak hazır ve nazır. kullanması çok basit A4 ebatlarında kağıdı alın yazıcıya yerleştirin. dosyayı açın ve yaz komutu verin. odanıza de’il; evinizin kapısına de’il ama başka her yere yapıştırın.


seçim karşıtı 4567742345
seçim karşıtı 5664788899
seçim karşıtı 5461788349
sınıf savaşı 53875093229
sınıf savaşı 19850340333
sınıf savaşı 78623904721
sınıf savaşı 45655009902
sınıf savaşı 11980913790
sınıf savaşı 23556777785
sınıf savaşı 24689304422
antifaşist 768833330779
ertuğrul özkök bilincimi o kadar esir aldı ki artı ben de rahatlıkla onun ayarında (çok mu aşırı oldu) saçmalayabiliyorum; örneğin: “masamın üstündeki sayfaları da tıpkı içeriği gibi eskimiş komünist manifestonun yanında duran gazeteden kesilmiş fotografa bakınca küçük kızıl hooliganlar diye başlayan bir şiir yazmak isterdim, ama…” onun yerine bir sürü çıkartma taslağının bağlantılarını eklemek daha iyi oldu sanki. şu anda sadece bir küçük şarküteri düzeyinde açabiliyoruz. gene de örgütlü ya da örgütsüz herkesin rahatlıkla basabileceği bir şeyler. sokaklarımızı rengarenk bir agit-prop anıtına döndürmek için bir şeyler. ya da hepimizin algısını açacak ve de belki de kıçımızı kaldırmamıza neden olacak bir şeyler. DIY
odtü üzerine bir şeyler: M11’de gözlerimize inanamıyorduk, ağlamak istiyorduk. çünkü ankara kenti sınırlarında bile yıllarca zorlukla konser verebilmiş olan grup yorum küçük amerikan eyalet üniversitesinin yerleşkesine buyur ediliyordu. üstelik de rektörlüğün bilgisi ve elbette ki izni dahilinde. Geleneksel yürüyüş diye ortaya çıkan muamma ise kafa karıştırıcıydı. yıllarca kendimizin çok da umursamadığı hatta kişisel olarak da bir tür hippie yanılsaması olarak addettiğim menşur devrim yazma ayini şenlikleri için yeşil sahalara girmek zorlu ve yorucu bir inatlaşma hatta göğüs göğse çarpışmalarla mümkün kılınabilmişti. hakikaten iyi anımsamıyorum yürüyor muyduk diye (tabii taksiyle gitmediğimize göre bir şekilde yürüyorduk) ama sanırım girebilmek için güç; güç olabilmek için kenetlenmiş bir kalabalık olmak gerekiyordu: toplu yürüyüşe nümayiş deniyordu o zaman. bugün ise en az 2000 velet ellerinde neredeyse üniversitelerde açık siyasal faaliyet yürüten ya da yürütmeyen her bir grubun rengarenk pankartları ve bayraklarıyla yürüyordu. odtünün artık mezuniyetine ve kariyerine odaklanmış öğrencilerini stada devrim yazmaya çağıran sloganlarını atarken de çok ciddiydiler; devrim yazarken de disiplinliydiler. güzel görüntüymüş vesselam fotoğrafa bakınca öyle görünüyordu. velhasıl koca “odtü devrimci geleneği”nin stad ve çevresinin yazılanmasından ibaret bir hizaya indirgenmesi ne acıklıydı. eskiden de dışarıdan akardı yoldaşlar odtüye ama sıkı güvenliği sağlam geçerlerdi-her bir a1 girişi mübarek metris kaçışı tadında anlatılırdı. şimdiyse pankartlar, bayraklar, üstünde grup yorum olan kocaman bir sahne, açık bırakılmış kapılar, yüzlerce m. öteden sadece kamera ve görünmeyecek şekilde takip eden ögb ve eski dost jitem vd….seneye şöyle bir odtü şenliği olur mu diye düşlüyorum: mesela sahnede önce grup munzur, ardından asıl eleman olarak da ali asker. “geleneksel yürüyüş” içinde şöyle öne bir devrimci kamyon-ses aracı gelse yürüyüş güzergahı da bütün yerleşkeyi kapsayacak şekilde genişletilirse tamamdır işte gerçek devrimci gelenek bir anda kök salar. acaba öyle mi?
klişe ama gerçek: yeni zamanlarda her şey satılık. o kadar satılık ki her şey sözgelimi devrimci ikonlar yarattılar, utanmadılar kanla yaratılan değerleri sakız ettiler ve şimdi de insanlarımızı, kardeşlerimizi saçma bir gösterinin parçası yapıyorlar. birileri devrim yazıp da özgürleşirken ufaktan; birileri de bu pagan ayinini ellerini ovuşturarak seyrediyor: çünkü pazarlama belgesellerinde bile demokratik, katılımcı bir odtüden 68’in devrimci geleneğinden bahsediyorlar artık. kafamıza coplar inen, silahlar sıkılan odtü değilmiş hayal görmüşüz. yurtlardan alınıp da alaya gönderilenler o kadar çok içmiş ki alemlerde uçarmış çünkü orası odtü değil, hyde parkmış… AcIyoR; aCıYor ama küfür yok!
YÖK’ün stratejik konumundan herkes haberdar; peki ya taktiklerinden. yıllardır, öğrenci topluluklarının fark edilmesine koşut polis birliklerinin giriş yaptıkları dtcf orta bahçesini, TGB yürüyüş öncesi toplanma yeri olarak seçebiliyor şu sıralar. ve rektörler laik cephenin olası militan paydaşları solcu bebelere kısmen kucak açıyorlar bu sıra. bazıları utanmadan “gerekirse öğrencilerimizi sokaklara salarız” diyebilecek kadar da rahat. geri dönelim: M-11, küçük kardeşlerimiz güzel bir gece geçirdiler ama şimdi sıra aklı başa toplamakta. ancak böylece o küçük kardeşlerimiz; yoldaşlarımız ve canlarımız umarım mezuniyetlerinden sonra örgütsüzleşen, depolitizasyonun göbeğine düşen, sıradanlaşan, hızla silinen ağabeylerine ve ablalarına benzemeyecekler…

P.S. bu yazı aklımdayken ve yazılırken İP vs. ESP çatışmaları, baskınları, adam kaldırmaları vs. olmamış, ufukta belirmiş, vuku bulmuş ve olmuştu. daha sonra içine girmek farzdır ama en basit anlamıyla “üniversiteler bizimdir” diye düşünen arkadaşı da… akla davet ediyorum: bir cavcav stili kol çekiyor ve ses veriyorum “arggggghh bizimdir”

1 mayıs vesilesiyle bazı tvlerde bile fondan ucundan accık sunulan 1 mayıs marşını her nasılsa febenin şampiyonluğuyla doyasıya dinlemeye başladık. neeee? çünkü sevgili febe 100. yıl albümüne hazırlanmış şarkılardan biri olan marş alenen tüylerimizi diken diken ediyordu. bu alemde bir tek kendinin akıllı olduğunu sanan, muhtemelen solcuların bu dünyada en azından bu ülkede tedavülden kalktığını düşünecek kadar eblek, anadolu rock bilmemnesi kıraç’a aynen anlayacağı dilden bir besteyle doğrudan tribünden karşılık vermek (küfür yok!:) makul olacaktır.

kıraç, kıraç söyle sen kimsin
paragöz hırsızın tekisin
çalıp da kimse saklanamaz
bedelini ödemeden kurtulamaz

anekdot: gündoğdu meydanında milyonlarca yurttaş sözde bir tehlikeye karşı can siperane mücadeleyi sürdürürken kürsüden arada bir alanda yer alanların adları belirtiliyor. kitle o pis izmir sıcağının etkisiyle iyice sersemlemiş belli. bir ara tanıdık bir başka ad anons ediliyor yaklaşık şu minvalde “türk ortodoks patrikhanesi sözcüsü-basın danışmanı sevgi erenerol’da artık ulusalcı saflarda” enerol bir ara sıkıca kanatları altına girdiği mhp’de yarattığı akıl karışıklığı, öfkeyle karışmış duygu selinin bir benzerine vesile oluyor alanda. kısmi alkışlar bunu doğruluyor ama peki aynı anonsun üstüne “birleşin” diye bağıranlar ne demek istiyor? HULKi cevizoğlu ve ekibini, cumhuriyet mitinglerini yok etme yönünde saran bu misyoner zehirle mücadeleye çağırmama gerek yoktur eminim o mesajı zaten almıştır. haydi pislikler yeni katliam hedefleri için ağzınızı doldurun. sıradaki aday……..
HULKi hayatını cumhuriyetin düşmanlarını yok etmeye adadı ve bu güvenin karşılığını da fazlasıyla görüyor: genelkurmay kavşağında bulunan reklam panolarında siyasi reklam görme şansınız neredeyse yoktur. buraya konan reklamlara yalnız bb değil aynı zamanda üniformalı VGKB de bakmaktadır. Burada artık kendisinin meclise bakan yüzünü görüyoruz. büyük biraderin cin kardeşi sizi izliyor. adımlarınıza tikkat…


vardık, varız, varolacağız…
bugünlerde avrupa’nın üstünde bir hayalet dolaşıyor ve bu muammer güler’in yalnızca hayali değil aynı zamanda fikriyatı. egemenlerin İstanbul’da başlattıkları saldırı dalgası kıtayı sarmalıyor. bazen Paris’te ve Lyon’da “Fascho Sarko” karşılama komitesi üyelerini bahane ederek göçmenlere yöneliyor. bazen Berlin, Hamburg ve Bremen’de anti-G8 kampanyasının yürütüldüğü merkezlere yönelik saldırılara dönüşüyor. bazen ise Christiana’daki binalara yönelik yıkım faaliyetinde kendini gösteriyor… egemenlerin baskısına, domuzların saldırılarına ve kitle iletişim araçlarının yalanlarına inat direniş sürüyor!!!




belsen was a gas and I’ve never seen yıllarca kafa bulduk “ağlamak için gözyaşartıcı bombalarınıza ihtiyacımız yok” diye. oysa artık yalnızca bizleri ağlamak zorunda bırakmıyor; kent merkezlerini birer toplama kampı; sokak aralarını gaz odasına dönüştürüyorlar. cemevine panzer sokuyor, evlerin içine gaz bombası atıyor, o sırada yoldan geçen insanlara coplar ve CSle saldırıyorlar. yalılarda sefa süren sevgili efendilerine köpeklik yaptıkları için liyakat madalyası değil ama belki iki kuruş fazla yıpranma tazminatı ve en fazla emekli maaşı alacak o domuzların yüzleri aynıdır: ismail sevindik’i öldürenin adı da kazım çakmakçı’dır.


PVSK’da yapılan yenilemeler sonrasında her yeni gün yeni bir polis şiddeti vakası daha belgeleniyor. Üstelik artık haber kanalları bile cep telefonuyla, amatör kamerayla çekilmiş şiddet görüntülerini iletiyor-av sezonu başladı ki ilk kurbanlarından mustafa kükçe’nin işkence sonrası öldüğü bildiriliyor.
Mustafa Kükçe, hırsızlık iddiasıyla gözaltına alındı. Üç karakol gezdirildi. Tur bittiğinde ayakta duramıyordu. Vücudundaki darp izleri doktor raporuyla belgelendi. Ümraniye Cezaevi'ne geldiği ilk gün yaşamını yitirdi... "Dizlerinde şişmiş ve açılmış yaralar vardı. Sol arka omzunda yara ve sağ boşluğunda kan toplamış şişlik gördüm. Ellerinin ucu simsiyahtı. Kollarında izler vardı. Hayalarından biri patlamıştı. O an aniden kalbim sıkıştı." Ali Yılmaz, 15 Haziran'da Acarlar Karakolu'nda sapasağlam gördüğü 24 yaşındaki amcasının oğlu Mustafa Kükçe'yi bir gün sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin morgunda bu halde buldu. Ailesi, Mustafa Kükçe'nin işkenceyle öldürüldüğünü ileri sürerken Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 'ölü muayene tutanağının' bu iddiayı doğruladığı öğrenildi.
Kükçe savcılıktaki ifadesine göre, 14 Haziran'da üç arkadaşıyla bir inşaattan 'jantlarıyla' birlikte üç lastik aldı. Polis takip etmeye başladı. Arkadaşları kaçtı, güvenlik güçleri Kükçe'yi yakaladı. Kükçe, Sarıgazi'de yakalanıp önce Dudullu, sonrasında da Acarlar Karakolu'na götürüldü. Haberi duyan ailesi kapı önüne geldi. Kayınpederi Ali Elver, nezarete girip damadıyla görüştü: "Sağlığı yerinde görünüyordu." Gazi Alver'e göre Kükçe, bir gün sonra 11.00 sularında karakoldan çıkarıldı: "Elleri kelepçeliydi ama sapasağlam yürüyordu. 'Beni dövmediler' dedi." Kükçe'nin kayınvalidesi Emine Alver'e göre, 'biri kilolu, biri kısa boylu iki sivil polis arasında' karakoldan çıkıp Çakmak Karakolu'na götürüldü. Ali Yılmaz ve diğer akrabalar bu karakolun önünde geldi: "Mustafa'yı görmek istedik. Bize 'Pis Çingeneler', 'Pis Aleviler' diye hakaret ettiler. Sonra da yumrukla vurdular." Aile, Kükçe'nin 19.00'da savcılığa çıkarılacağını öğrenince Ümraniye Adliyesi önünde toplandı. Adliyenin önünde bulunan Ali Yılmaz'a göre Kükçe, dört resmi polisin kolları arasında savcılığa çıkarıldı: "Elleri kelepçeliydi. Yürüyemiyordu. Yüzünde darp izi yoktu ama çok kötü görünüyordu. Köpek ölüsü gibi sürüdüler." Kükçe, çıkarıldığı savcılık tarafından tutuklanması istemiyle hakime sevkedildi. Çıkışta, annesi Gülbeyaz, oğlunun yanına gitti: "Ana ağlama, peşimden gel, dedi. Mahkeme önünde ölü gibiydi."
Kükçe, Ümraniye Cezaevi'ne gönderildikten bir gün sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi'nden acı haber geldi. Morga giren Mustafa Kükçe'nin bacanağı Oktay Ergöçer, işkence izlerini belgeleyebilmek için cep telefonuyla fotoğraflar çekti. Mustafa Kükçe, 17 Haziran'da Çakmak Mezarlığı'nda defnedildi. Kükçe'nin ailesi, çocuklarının polis işkencesi sonucu öldürüldüğünü düşünüyor, suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Soruşturma başlatan Ümraniye Başsavcılığı yetkilileri, Kükçe'nin dosyasında birden çok sağlık raporu bulunduğunu, mahkemeye çıkmadan önceki son raporunda, darp izine rastlanıldığını belirtti. Bir yetkili, "Cezaevinde sabah sayımına katılmayınca olay anlaşıldı. Hastaneye götürüldü" dedi. Ümraniye Cezaevi yetkilileriyse hapse girdiği sırada Kükçe'nin vücudunda ekimozlar (kanamaya bağlı büyük leke ve çürük) bulunduğunu vurguladı.


yukarıya bakılarak sol hareketin içinde kadar sinmiş olan insan hakları savunuculuğu eğiliminden nasiplenildiği düşünülmesin gene de haklarını bilmek iyidir, yasaların kimler tarafından ve kimlerin haklarını korumak için yazıldığını unutmadan elbette. yoksa filmin haiku gibi adı şudur: “geçen yaz ne yaptığını hala biliyorum!”

…küfür yokh…küfür yogk…küfür yokh… bi’ kere sahtekar diye bağıralım şu jose mourinho’ya yawhh; hadi beyler yawwww.

o gün orada biz de olabilirdik. o gün orada hepimiz havaya uçabilirdik… o gün 9 kişi öldü. anafartaları unutmayacağız, affetmeyeceğiz… biz yaşam alanlarımızda faşist mikropla hasbelkader mücadele ederken ayağımıza dolanan pislikten artık gına geldi. hamasetin, başka bir tür hamasetle; siyasi lafazanlığın, laf ebeliğiyle; provokasyonların, beterleriyle; ulusal kurtuluş hareketinin, kitlesel refleksle karşılık bulduğu bir döngünün içinde anafora kapıldık, boğuluyoruz. mevzuu hakkında politik olarak “devrimci demokrasi” eğiliminin olanca hastalıklarını bünyesinde taşısa da belirli bir görecelikle
duygulara tercüman olan, eski bir cephe metni.
faşist (agabey.version 2.0) tv kameralarına özeleştiri veriyor: “kendi önyargılarıyla yüzleşemeyen toplumlar medenileşemezler!” bu faşistler böyle garip bir tür sadece tr’de deil diğer memleketlerdeki mankafa kardeşleri de aynı şekil. saldırıyor, yaralıyor, öldürüyorlar ama sonra bedel ödemek söz konusu olduğunda zırlamaya başlıyorlar. Daha doğrusu önce hafiften bir kitle iletişim araçlarındaki akıl karışıklığı yaratıp yıldızlaşmak bu vesileyle halk desteği bulmak için özeleştirel bir saçmalık atıyorlar ortaya. sonra çok geçmeden vazgeçip “hardcore fash” görüntüsüne bürünüyorlar mesela sivas katliamı sanıkları, danıştay alparslanı gibi. bazısı ardından başka akımlara, meslek alanlarına, dinlere musallat olabiliyor. anımsayın MAA mesihliğe bile maydanoz olmuştu. neyse sonra o kadar beyin hücresiyle azıcık idman yapınca, suyla kafa bulmuş kıvamına gelebiliyorlar. bu tarifler gelecekte görülmesi olası vakalar için önlem alın diye. bu sıra VKGB operasyonu vesilesiyle; “genç subaylar”ın duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu yaşlılar cemiyeti TUSED üyelerinin, sivil toplum kuruluşu olan KMD’den alınan alınana. daha önce zaten benzer bir vaka yaşamış/kendini bıçaklamış ama öldürememiş olan pislik (komutan.version g) için kızı haykırıyor “adı gibi muzaffer, soyadı…”nı anmaya değmez. bir diğeri beş yıldızlı (pasha.version D) ama şair ruhlu, darbeci ağabeylerinin sanatçı ruhu ona da bulaşmış bir kere, gene de halkı dil, din, ırk temelinde düşmanlığa körüklemesine mani değil, cenaze törenlerinde monologdan ibaret faşist piyesler sahneliyor. piyeslerde ismi pis kokan ağızlarda söyleneni öldürenlerin davasında yıldız adayı faşist (avukat.version 2.0) kükrüyor: “hepiniz ermenisiniz, hepinizin ermenistan pasaportu var” neyse ki ancak iki cümle kurabilecek kadar ayarlanabiliyor da “hepiniz diasporasınız, hepinizin karabağ pasaportunuz var” diyemiyor. asıl yıldız avukatın (avukat.version 1.0) işleri yoğun ekümenik avukat olmaya hazırlanıyor ekselansları, sen sirod meclisinin toplanmasını mahkemeler huzurunda engelleyebilirse bir sonraki adımda hedefi vatikan olur herhal; hitler p.çi ratzinger (pope.version 18.0) uyarılmalı artık daha dikkatli olmak zorunda kalabilir-rakip güçlü, üstelik antrenmanlı; bir başka faşist (basbug.version b) seçim otobüsünden bağırıyor çatlak sesiyle ve şöyle buyuruyor: “bize gelen cenazelerden oy kazanıyor diyorlar, ne yani biz kanla mı besleniyoruz, vampir miyiz biz?” haşa ne vampiri, kenesiniz siz… adı anmaya değmez bu pisliğin yağlı urganını kendi eliyle hazırlayıp cahil kitlelere tutup-fırlattığı, aslında olsa olsa gösteri amaçlı ip atladığı konu mankeni ya da hiç tanımadığı kardeşi ise quarantined (serok.version j). ama kendi küçük hagannah/irgun fasit dairesinden ibaret görüngüsünde tarih tekerrür ediyor. o abaküste gün sayarken, insancıklar ölülerini sayıyor…
şu adreste, bir de bu adreste, işyerlerinde, okullarda ve ısrarla da sokaklarda. konformizm dişlerini gösteriyor bazen ama komünarların soludukları kaçamadığımız hava, o devrimci ruh dolanıyor hep çevremizde. tribünlerde, sokak gösterilerinde, konserlerde; bildiğin aynı lağım çukurunda ve nefes alınabilen her yerde ve hiçbir yerde. bugün burada ve kim bilir belki de yarından sonra yok.

bilinçlen, örgütlen, eyleme geç!

Hiç yorum yok: