16 Kasım 2007 Cuma

sokaklarımızı stalingrada çevirelim

11 kasım günü 1000 kadar nazi, prag’ın yahudi mahallesine yürüyerek 1938’de naziler tarafından binlerce yahudinin evine ve sinagoglara saldırıldığı reichskristallnacht’ın yıldönümünü kutlamak istedi. binlerce antifaşist ve yerel yahudi cemaatin üyeleri sokaklara dökülerek mahallelerinde nazilere tahammülleri olmadığını ortaya koydular. polis tarafından yapılan rutin denetimlerde yürüyüşe katılan farklı kollardaki nazilerin üzerinden çok sayıda meşale, gaz bombası, ses bombası, gaz tabancası, bıçaklar ve demir çubuklar bulunmasına karşılık yürüyüşe karşı herhangi bir engelleme yapılmadı. antifaşistlerden oluşan kitlesel barikata ulaşmayı başaran naziler, kitleyi dağıtmak için tipik provokasyon hamlelerini yeniledi. nazi kolunun içinden bir kişinin gaz tabancasıyla ateş açması üzerine işler çığırından çıktı. polis kordonlarını aşabilen antifa, nazilere saldırarak, yürüyüş kolunu dağıttı. çok sayıda nazi hastanelik oldu. özetle “neonaziler şehre geldi; hakettikleri dersi, anladıkları dilden aldı”

carlos YAŞIYOR...
aynı 11 kasım günü democracia nacional adlı faşist grup tarafından, yoğun olarak latin amerika kökenli göçmenlerin yaşadığı madrid'in usera semtinde bir yürüyüş planlanmıştı. özellikle son bir aydır ispanya’nın farklı kentlerinde yaşayan latin amerika kökenli göçmenlerin ayrımcılık ve ırkçılık karşıtı protestoları düzenli şekilde artış göstermekteydi. söz konusu göçmen uyanışına paralel olarak zapatero hükümetinin geçmişle barış adı altında franco dönemi simgelerine karşı yürüttüğü barışçıl kampanya bile faşistler için gerilimi oldukça arttırmıştı. varlık gösterme isteğini tetikleyen bir diğer unsur ise 20 kasım gibi ispanyol faşistleri için önemli bir tarihin (franconun geberdiği günün yıldönümü) yaklaşmasıydı. bütün bu ortam içinde usera’daki faşistlerin yürüyüşünü engellemek için seferber olan madridli yoldaşlarımız bir metro istasyonu çevresinde faşolarla karşılaştı. nazi donanımları ile ortalıkta dolaşan bir pislik fark edildiğini anlar anlamaz bıçağına sarıldı. Carlos, halen ordu hizmetinde olan ve iznini faşist eylemlilik için harcayan bir pislik tarafından kalbinden bıçaklanarak öldürüldü. bir başka antifaşist ise ciğerlerinden bıçaklanarak yaralandı. saldırgan olayın ardından kaçmaya çalışırken diğer antifaşistler tarafından yakalandı. pislik torbasını olay yerine gelen polisler şiddet uygulayarak antifaşistlerin elinden aldı. bu sırada plastik kurşunlarla açılan ateş sonucu bir antifaşist de gözünden yaralandı. polis tarafından kurtarılan katil/pislik halen bir hastanede can çekişiyor (umarız yattığı o yataktan hiç kalkamaz).
öfkeliyiz, çünkü madrid kızıl dazlaklarından olan Carlos yalnızca 16 yaşındaydı. onur duyuyoruz çünkü faşistlere karşı mücadele ederken öldü.
faşizmi döktüğü kanda boğacağız.

29 Ekim 2007 Pazartesi

sometimes anti-social, always anti-fascist

Oi, söyleyecek ve gülecek bir şeylerinin olmasıdır.
Oi, kendini düşünmektir.
Oi, herhangi bir üniformadan daha büyüktür.
Oi, kimsenin senden daha iyi olmadığını bilmektir.
Oi, haklarını almak için ayağa kalkmaktır.
Oi, bilincinin ve görünüşünün keskin olmasıdır.
Oi, kibirlilerden nefret etmektir.
Oi, emirlere itaatsizlik etmektir.
Oi, hippieler, ciksler ya da faşist mankafalar gibi davranmamak ve giyinmemektir.
Oi, sömürülmekten değil, işçi sınıfından olduğun için gurur duymaktır.
Oi, fanatikler arasında görebilmektir.
Oi…sen ve biziz, kazanıyoruz.

aslında çok da gerekli ve ilgi çekecek bir konu değildi. “rock da bu kapağın altındadır. bu da kapak olsun size meramlı rock’n coke sahtekarlığına alternatif olduğu iddia edilen barışarock temaşası; ama olsun. baktık gidenler, görenler, çiziktirenler olmuş, haliyle konuyla ilgili olarak alınteri’den bir yazıya bakılabilir. alla’ hepimizi hippielerden, barış havarilerinden, apolitiklerden ve bunların sahnelerinden ve camialarından saklasın…
P.S. bu bağlantı verilen yazının altındaki okuyucu yorumları ise ayrıca alla’ emanet. alınteri ve çevresindeki yayınlarda böyle bir durum var her nedense. benzer bir yorumlamanın konusu daha once de bizzat rash ankara tayfası olmuştu. birimiz, hepimiz için ya, o ayak; bir kişiye edilen lafları da üsleniyoruz icabında. komik ama hani bu çevreden hiç insan tanımamış olsak bu garip ortodoksi daha anlamlı olurdu, neyse…
bu barışarock vs. rock’n coke mevzuunun gezelim, görelim, dans ederek eğlenelim manzaralı tüketici alışkanlıklarını geliştirme dünyasına dalmışken dikkat çekici bir noktaya parmak basmak gerekiyor. kulak misafiri olduğumuz, okuduğumuz “festival katılımcısı” yorumları her iki birbirinden farklı olduğu
dünyalar olduğu iddia edilen ortamda da yoğun bir alkollü yakıtlar ve ötesine taşan bir uyuşturucu kullanımına işaret ediyordu. tribün kovalayanların söylemeyi sevdiği bestelerimizdendir: “pEpSi, kOl@ iÇiLmeSS /@lkOliK h@reKeT eNgeLLenEmeZ”. bu bağlamda kola içecek yaşa gelmiş gençlerin tercihlerini içkiden yana kullanmalarına mezheb-I fetva olarak bir lafımız yok ama kola taklitlerini reddedip de aslına (“koka” vd. Işlenmiş kimyasallar) yönelmeleri düşündürücü. eni sonu tüketim toplumunun gençlik pazarına satılan paket ürünler bunlar: müzik, imaj öğeleri ve elbette her tür uyuşturucu. böylesi bir pazarlama mantığının kaçıracağı yer değildir elbette “gençlik festival”leri. ex olana kadar ekslenmek isteyecek bir alıcı kitlesi gerçek bir talep yaratıyor. eh nasıl yaratmasın, velileri uyuşturucuya karşı uyarma adı altında ergen beyinlerin isyan dürtülerine seslenen medya eliyle hazırlanmış sözde araştırmacı gastecilik ürünü haber programları mı istersiniz, televolelerde idolleştirilen pop starların narko operasyonları sonrasında ağlayan görüntülerini mi (dikkat edin bu teyzeler ve amcalar asla tutuklanmıyorlar-üç kere yanıyorlar ama gene ölmüyorlar; şaşırtıcı). üstelik yaygın satış noktaları ağı da ürünleri ayağınıza kadar getiriyor. okuldan çıkın, en yakın pastaneye gidin ve malı kapın. okul okul dolaşıp konuşamadıkları türkçeyle bir de konferans vermeyi tecrübe eden ama asla sokaklarınızdaki satıcılara müdahale etmeyen kamiller de “yozlaşmaya hayır” kampanyaları eylemcileriyle uğraşsın.


yeşilayda gelecek yok, papiklerde gelecek yok, hallüsinasyonlarda gelecek yok, torbacılarda gelecek yok, rehabilitasyon kliniklerinde gelecek yok, taşlamakta gelecek yok, narkotik köpeklerinde gelecek yok, mafyada gelecek yok, uyuşmuş bir bünyede gelecek yok, kapitalizmde gelecek yok.
aklımızı ve sokaklarımızı geri alalım…

thomas meyer-falk, bir kızıl dazlak olarak 1996’dan beri tutuklu. politik hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak para sağlamak için yapılan bir banka soygunu ve ardı sıra iki davada da yargıçlar ve savcıların kişilik haklarına saldırı ve tehdit suçlaması dolayısıyla 15 yıl 9 ay hapis cezasına hükmedildi. Ilk olarak Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) üyeleri ve diğer politik tutsaklar için inşa edilmiş olan Stammheim’daki tecrit hücrelerine konuldu, daha sonra Straubing’e, oradan da halen tecritte tutulduğu Bruchsal’a nakledildi. 2004 yılında 3 yıl 3 ay ek hapisle cezalandırıldı.
dayanışma için : Thomas Meyer-Falk, c/o JVA- Z.3117, Schonbornstr. 32, D-76646 Bruchsal, Almanya

80 öncesi faşist kurmaylarının (güner, kösoğlu vs.) darbe sonrası keşiflerinden “milli refleks” tezinin, askeri-sınai kompleksinin şu andaki sözcüsü (büyükanıt) tarafından “kitlesel refleks” kavramıyla yeniden ambalajlanıp, kitle iletişim araçları tarafından servis edildiği, milliyetçi histerinin pompalandığı, faşist provokasyonlar ve saldırıların antifaşist mücadele, birincil değil ama temel gündem maddelerimizden birisi. bu bağlamda antifaşist mücadeleye ilişkin çeşitli örnekler, saptamalar, izlekler ve perspektiflerin düzenli olarak aktarılması amaçlanmaktadır. başlangıç olarak ARA deneyimi dikkat çekici bir örnek olabilir. anti racist action, kuzey amerika’daki redskin yoldaşlarımızın bir icadı olarak adlandırılsa, belki abartılı görünebilir. ne de olsa amerikayı yeniden keşfetmediler ancak militan antifaşizmi yeni dünya sokaklarına taşıdılar. anarşist bakış için yapılmış çeviri (anarşist yoldaşların affına sığınarak) alındı, düzenlendi, aşağıya konuldu.
ANTI-RACIST ACTION (ARA) TARİHÇESİ
ARA temel olarak Minneapolisli ırkçılık karşıtı dazlakların, Minneapolis ve komşusu St. Paul'deki nazi dazlakların varlığıyla mücadele edebilecekleri bir örgütlenme yaratma çabalarının sonucunda ortaya çıkmıştı. Siyah, Beyaz, Asyalı ve Yerli Amerikalı kökenli üyeleri olan Baldies'in çeşitli-ırklardan olan [multi-racial] dazlak tayfası, bir Nazi dazlak grubu olan White Knights'a [Beyaz Şövalyeler] karşı mücadele ediyordu; yerel punk ve dazlak mekanlarında bir kanun koymuşlardı: eğer Baldies şovlarda, şehir merkezindeki sokaklarda veya başka yerlerde tesadüfen White Knights'a rastlarlarsa, naziler önce uyarılıyordu. Eğer Baldies bir kere daha nazilere rastlarlarsa, o zaman naziler saldırıya uğramayı, veya Baldies'lerin dediği gibi "haklı şiddet"e maruz kalmayı bekleyebilirlerdi.
Baldies eylemleri, nazilerin İkiz Şehirler bölgesindeki varlığını ve örgütlenme çabalarını sınırlamakta epey bir yol katetmesiyle, Baldies nazilere karşı başarılı bir hareketin, Dazlaklar dışındaki diğer çocukları da cezbedecek daha geniş bir grubun oluşturulması anlamına geleceğini fark ettiler. İşte ARA bu gruptu. Ancak, ARA'yı Baldies'in daha ötesinde bir grup haline getirme girişimleri kısıtlı bir başarı sağlayabildi, ve ARA ağırlıklı olarak dazlaklardan müteşekkil olmaya devam etti.
Baldies deneyimi sadece Minneapolis'le sınırlı kalmadı. ortabatı genelinde nazi aktivitesi büyümekteydi, ve ırkçılık karşıtı Dazlaklar Baldies'in yapmış olduğuna benzer şekilde örgütleniyorlardı. Çok geçmeden, farklı ırkçılık karşıtı dazlak tayfaları birbirleriyle tanışmaya başladı, ve ırkçılık karşıtı dazlak tayfasının birleşik bir örgütü kurulması kararlaştırıldı. İsim olarak ARA benimsendi ve tayfaların özlü bir ağı oluşturuldu: Syndicate [sendika, birlik].
Minneapolis gibi Chicago da çeşitli-ırklardan olan bir tayfaya sahipti. Buradaki ARA dazlakları genellikle sol-kanat sempatizanlardı, ve Chicago'da siyah kurtuluşu/siyah milliyetçiliği fikirlerine karşı ılımlı olan bazı Dazlaklarla karşılaşmak pek de sıradışı bir şey değildi. Ve karşı çıkılanlar yalnızca ırkçı ve nazi yanlısı fikirler değildi. Chicago ARA tayfası, üzerine ABD bayrakları yamalanmış ceketlerin giyilmesini yasakladı. Bu, Dazlak çevrelerinde oldukça önemli bir adımdı. Çoğu dazlak ırkçılık karşıtı olduğunu iddia ederken, büyük bir çoğunluk aynı zamanda ProAmS (Amerikan Taraftarı Dazlaklar) idi. Bütün bir dazlak tayfasının yurtsever süslemeleri reddetmesi duyulmamış bir şeydi. Public Enemy [Halk Düşmanı] gibi grupların kelimelerinden sufle alan pek çok ARA üyesi dazlak için, Amerika ırkçı bir karabasandı; üstelik yıldızları ve şeritler de hiç umursamadıkları ülkenin simgesiydi.
Kuzeyde Kanada'da, ırkçılık karşıtı dazlaklar ve diğer gençlik altkültürlerindekiler de nazileri kendi sahneleri ve camialarından defetmek için birleşiyorlardı. 1990 ile 1992 arasında, Edmonton'da, Anti-Fascist League [Anti-Faşist Birlik], Aryan Nations tarafından yetiştirilen ve yönlendirilen ırkçı bir çete olan Final Solution'a karşı sokak temelinde bir propaganda savaşı yürütüyordu. Winnipeg'de, United Against Racism [Irkçılığa Karşı İttifak] tayfası, barları ve sokakları faşist şiddetten arındırmak için kavga veriyordu. Ve 1992'de, Toronto'da neo-nazi Heritage Front'un sergilediği benzeri tehdide karşı Anti-Racist Action [Irkçılık Karşıtı Eylem, ARA] kuruldu.
Toronto'daki ARA, anarşist ve feministlerin ilk dazlak mücadele tayfasının görevini genişletmeye çalıştıkları Minneapolis şubesinden özellikle esinlenmişti. ARA Toronto, feminist, anarşist ve First Nations dayanışma gruplarından oldukça deneyim edinen birçok aktivisti içerisinde barındırıyordu.
1994'te, ARA Toronto, Colombus, Ohio'da toplanan birinci ortabatı anti-faşist ağ konferansına katıldı. Konferans, ortabatı genelinde yapılan Klan [beyaz-ırkçı Ku Klux Klan grubunun bir şubesi] mitinglerine karşı sürekli protestolar düzenlenmesini koordine etmek ve kalıcı hale getirmek amacıyla Colombus ARA grubu tarafından talep edilmişti --bu mitingler sıklıkla ağır silah donanımlı polis alaylarının koruma eşliğinde yapılıyordu. Konferans katılımcıları genellikle okullarında giyim kuralları ve siyasi yazını dağıtma hakkı gibi konularda mücadele etmiş olan lise öğrencileri, punklar, çocuklardan oluşuyordu. Chicago ve Minneapolis'deki ilk ARA'nın birçok kıdemli üyesi, grupları artık oldukça etkisiz olsa da toplantıya gelmişti.
Bu, hükümetin desteklediği, şirketlerin finanse ettiği bir konferans değildi. Toplantının açılış konuşmasını 1979 "Greensboro Katliamı"ndan (Kuzey Carolina, Greensboro'da, Aryan Nations'la bağlantılı olan, içine fazlasıyla polis ve FBI görevlisinin sızdığı bir Klan hücresinin Klan karşıtı beş göstericiyi öldürdüğü olay) kurtulan bir kişi yaptı.
Bu özel ırkçılık karşıtı hareketin toplumsal tabanını teşkil eden altkültürler gibi, her yaştan renkli insanların önemli roller üstlenmesine karşın toplantı ağırlıklı olarak beyazdı. Kadınlar ve genç kızlar sayıca az olmasına karşılık sesleri güçlüydü. Egemen siyasal eğilim anarşist olmasına karşılık sekter olmayanlar ile küçük bir Troçkist grup da dahil olmuştu. Önemli köklü örgütleyicilerin bazılarının, 1960'ların Students for a Democratic Society (SDS) geleneğine kadar uzanan uzun bir tarihleri vardı.
ARA ağı uzunca bir süre çılgınca büyüdü. Yıllık toplantıları yüzlerce insanı çekiyor, Kanada ve ABD genelinde yeni gruplar oluşturuluyordu. 2003'te, büyüme hamlesi sona erdi. küreselleşme karşıtı hareket bir sonraki "yeni şey" haline geldi, ve eylemciliğe bulaşmak isteyen pek çok genç, bir grup mankafa ile uğraşmaktansa Seattle, Washington ve Quebec City'e yöneldiler. Bugün, ABD saldırganlığının dünya tarihindeki en büyük savaş karşıtı hareketi ateşlemesiyle birlikte, anti-ırkçı ve anti-faşist elemciler dönüp bir kere daha kendimize bakmalıyız --bugün olanlarla ne kadar ilgiliyiz?>
Ancak ARA programına bağlı kalmıştır; daha yavaş ve daha sağlam bir şekilde bir şeyler yapıyoruz. Kuzey Amerika çapında birkaç düzine inançlı ve deneyimli ARA örgütleyicisi, ve uzun bir tarihe sahip birçok şube bulunmakta. ARA hala tüm Kuzey Amerika genelindeki klan mitinglerinde ve white powre şovlarında, faşistlere karşı mücadele etmeyi sürdürüyor. Bizler, kadınların kürtaj hakkını savunuyoruz, polis vahşetini protesto ediyoruz, tutuklulara yazıyor, First Nations ve göçmen hakları için harekete geçiyoruz. Her türden anti-kapitalist gösteride ve savaş karşıtı harekette temsil edildik. Çoğu yerde, ARA, aynen punk veya hip-hop gibi, gençlik altkültürünün bir parçası haline geldi. Ve bizler, ARA Güney ve Orta Amerika'ya köklerini salarken, toplumsal hareketler ve mücadeleler dünyasına nasıl uyum sağlayacağımızı öğreniyoruz.
14 yıldan beri, ARA ırkçılığa karşı kavgada doğrudan eylem fikrini popüler hale getirebilmiştir. Bu keza çeşitli baskı biçimlerinin birbirleriyle bağlantılılığı etrafında sürdürülen tartışma ve eylemlerin arenası olmuştur. EYLEME GEÇtikçe, BİLİNÇLENiyoruz ve bilinçliliğimiz eylemimizi besliyor. Ve bunların tümü hükümetin, çokuluslu şirketlerin, dini kurumların ve diğer otoritelerin kontrolü dışında gerçekleşiyor.

28 Ekim 2007 Pazar




biz ürkek güvercin değiliz.
bedel ödemeyi bildiğimiz kadar,
bedel ödetmeyi de iyi biliriz.

ferhat gerçek yalnızca 16 yaşındaydı. yenibosna’da yapılan dergi satışı ardından dağılan grubuna polis tarafından saldırıldı. üstlerine ateş açıldı. sırtından vuruldu. şu anda felçli olduğu bildiriliyor. bu tarz polisin mevcut yetkilerini ve gücünü ifşa etme klasiğidir. sahneledikleri oyun tipiktir. gereksiz aşırı güç kullanımıyla solcuları yıldırmak, sokaklardan kovalamak isteğinin bir parçasıdır. 1995 yılında 16 yaşındaki irfan ağdaş alibeyköy’deki dergi satışı sırasında polis tarafından kuşatılmış, yaralanmış ardından kaçırılarak, kurşuna dizilmişti.

şaşırtıcı olan polisin devrimcilere silahla saldırması değildir. onlar zaten bunu yapmak için istihdam edilmektedir. şaşırtıcı olan bu olayın solcular tarafından görmezden gelinmesidir, kendisini vuran polisin değil de içinde bulunduğu yapının suçlanması ve yargılanmasıdır. devletin terör taktiklerinin amacı da tam olarak bir taşla iki kuş vurmaktır. böylece bir yandan sokak hareketliliğini geri çekilmek zorunda bırakacak, ve topyekün solu kent merkezlerindeki güvenli bölgelere ve üniversite yerleşkelerine hapsederek diğer yaşam alanlarından yalıtacaktır. diğer yandan ise özellikle örgütsüz(leş/tirilmiş) bireylerin hareketle son ilişkisini de kafalarında yıkmak için kafalarında soru işareti doğuracak türden eylemcileri suçlular haline dönüştürecektir.

aslında bütün istedikleri, yalvardıkları, alabilmek için türlü bahaneler uydurdukları ve hatta aba altından sopa gösterdikleri: azıcık olsun yetki. kaba dille insan öldürmek için yetki. ateş açma hakkı. sorgusuz sualsiz merkeze götürme hakkı. artık gerçekten de biliyorlar ki o gördüklerinde pişmiş kelle gibi sırıtmayı adet edindikleri “hak verilmez alınır” pankartlarında yazan doğruymuş. kıyametler kopardılar paçavralardaki aşağılık ortaklarıyla birlikte. suç patladı. sokaklarda yürürken güvenlik kalmadı. suç patladı her yer, o kadar ki aşağı sokaktan taa meydana kadar hırsızlarla dolu dört bir yan. ulan çalışan sınıfın mesken tuttuğu mahallelerde ezelden beri hırsızlar dolanır. sınıf atlama hayalini korkularıyla pekiştirmiş çalışanların üç kuruşluk mülkleri veya yastık altılarına bir bok olacak diye içi gider. şimdi yasa değişti. sonuç: daha mı rahatsınız? sokaklarda yürürken kapkaççı riski daha mı azaldı. evinizin soyulacağına ilişkin korkularınızın yerini bir (türk övün, çalış,) güven ve hatta (polis) huzur(un teminatıdır) mı aldı. acaba hırsızlık, soygun vs. açısından ne değişti bu sürede? kocaman bir hiçbir şey!!! peki paçavralarda niye kıyametler koparılmıyor şimdi? madem ki istatistiklerde değişen bir şey yok o zaman bütün o bağırış çağırışlar nereye gitti. yanıt için 3. sayfalardaki yeni eğilime göz atmak yeterli olacak. bu sıralar düzenli olarak da artan şekilde karakollarda ölüm (bu şık olmadı kalp krizi diyelim ya da intihar? ne onlar da mı inandırıcı gözükmüyor o zaman bu haberleri okuyan herkes kendince bir ölüm nedeni bulsun nezleden ölmüş olsunlar mesela) ya da dur ihtarına uymadığı için vurulma, kasıtlı ve hedef gözeterek ateş açma haberleri okunur oldu. gerçi hoş; bu topraklarda yaşayan solcular için garip bir gelişme ya da yeni bir olay değildir. sıradan kitle eylemlerinde bile kamillerin havaya (çapraz olarak gözünüzde canlandırın) uyarı ile başlayıp üçüncü atışta doğrudan kitlenin üzerine yönelen kurşunlarına tanık olunabilir. bu açıdan “garp cephesinde yeni bir şey yok”. armutlu’da ya da tuzla’da gecekondu yıkımı sırasında çiçeklerle karşılanmayınca ortalığa ateş açarlar. yukarıda denildiği üzere ilk kez olmuyor, son kez de olmayacak. polisin görevi budur-vurmak. yenibosna’da sokakta gazete satışı sırasında ferhat gerçek vuruldu. felç kaldığı bildiriliyor. filmi geri sarın 11 sene önceye alibeyköyde benzer bir mizansende irfan ağdaş’ı katletmişlerdi. doğrusu o ya bir eylemcinin yaftası boynundadır. çarmıhlar isyancılar için kurulmuştur. topların yüzü hep asilerin barikatlarına dönüktür. festus okey mevzuunu bütün bu sıradan iklimde farklılaştıran ise bizde ırkçılık yok yalanlarının foyasının ortaya çıktığı nokta olmasıdır. bildiğiniz gibi bu ülkede genel fikir ırkçılığın sadece karaderili insanlara yönelik aşağılamayla oluştuğunu kafamıza sokmaktadır. ama arap, gündüz feneri gibi ifadeler “komik” ve “esprili” bulunmaktadır. neyse ki bu karaderililerin tümünün müslüman olduğuna dair de genel bir kanaat var ki tipik türk ırkçılığının göstergelerinden olan islami bakış sonucunda genellikle bir dua duymak için çırpınan soytarılara anlamsızca bakan adamın hristiyan olduğunu da bilse sinirlenip işte o an “ırkçı” olacak potansiyel gözlenebilir. bütün bu siyah adamların uyuşturucu satıcısı olduğundan kanıta gerek olmaksızın eminiz, hem öyle olmasa holywood filmlerinde bir başka betimlenirlerdi, öyle değil mi? çok övülen kozmopolit beyoğlu arka planı, bu bölge polisinin iliklerine kadar nüfuz etmiş hortum süleyman gerçeküstücü işkence usulleri geleneğinde sosla süslenince bir başka huzurlu oluyor öyle değil mi? gene de yetkisiz geçen yılların tortusu bir anda erimiyor, öyle bir yüzsüzlükle karşı karşıyayız ki ölümünün gündeme gelmesinin ardından doğrudan festus okey suçlandı. artık örtbas etmek yok, yağ gibi üste çıkmak, kurbanı ölümü ardından aşağılamak (sadece verilen demeçler yoluyla değil; aynı zamanda cesedini kimsesizler mezarlığına gömme girişiminde ya da cenazesinin tipik alışkanlıkları olduğu üzere kaçırılmasında görüldüğü üzere, fiziksel olarak) da ve iyice kendini (p)aklamak var. olayların münferit olmadığını biliyoruz da tek tesellimiz bu teşkilat nüfusunun münferit olması…

bütün bu puslu havada ve kan girdabında saçmasalak ve kendinden menkul barış söylemlerini alın, stratejik ortaklarının başarılarına öykünerek yüksek yoğunluklu polis müdahalesine hazırlanmamızı öğütleyen türk milliyetçisi soytarılığı, “pax americana”nın kutsayacağı ve daha da bir mühürleneceği kürt milliyetçisi pislikle bölün, çarpın, toplayın, çıkarın ve sonuç koskoca bir sıfır olacaktır. büyük ortadoğu projesinin çıktısı bu kan denizinin ortasında avusturya işçi marşı kulaklarınızı tırmalayacak: “…anamız amele sınıfıdır/yurdumuz bütün cihandır bizim…” kendi sınıfın için savaş. uğrunda ölünecek tek bayrak kızıl bayraktır!

kent merkezlerinde patlayan bombalar, süregiden düşük yoğunluklu çatışmalar ve sayıları aran ölüm haberleri… medyanın pompaladığı milliyetçi histeri, devlet tarafından yönlendiriliyor, faşistler tarafından saldırı zemini haline getiriliyor. bütün bir faşist saldırı dalgasını –gerçek düşmanı da gözden kaçırmadan- yanıtlayacak militan antifaşist cepheyi gerçek anlamda kurumsallaştıramadığımız ölçüde dalganın büyümesini seyretmeye devam edeceğiz.
hayatta kalma kuralları

1. geride kimseyi bırakmayın.
2. polis(l)e konuşmayın. eğer tutuklanırsanız ifade vermeyin; standart ve kişisel kimlik bilgilerinin ötesinde ötesindeki her ifade daha sonra sorun yaratacaktır. birincisi konuşmazsanız yalan ve saçma ifadeler vermek zorunda kalmazsınız. yalan ve saçma ifadeler kendi içlerinde içerecekleri olası her tutarsız bilgi dolayısıyla soruşturmanın derinleşmesine yol açabilir. eğer saçmaladığınız fark edilirse sorgucularınız sizi çözmek ve size diz çöktürmek için üstünüze gelecektir. ikincisi konuşmazsanız çapraz sorgulamalarda kullanılabilecek olası “bak arkadaş(lar)ın x, y, z, her şeyi anlattı, sıra sende. sende kendi payına ne yaptıysan konuş artık” türünden verilecek salıkların olmamasını garantileyeceksiniz. eğer hiç kimse de konuşmazsa bu tür bir tavrın, olayın ardından tansiyon düştüğünde sözgelimi ertesi gün, bazı şeylerin ilk günkü kadar kötü görünmemesine yol açacağı açıktır.
3. ciddi (gibi görünen) bir vakanın ardından yapılacak en iyi şey o alandan hızla uzaklaşmak ve kavgaya ertesi gün kaldığınız yerden devam etmek üzere geri çekilmek olacaktır.
4. sabahtan ceplerinizi boşaltmayı adet haline getirin. eğer tutuklandığınızda bir adres defteri ya da bir cep çakısı bulunması halinde bile durum son derece karmaşıklaşabilir. acil bir durum halinde taksiyle gidebilecek kadar nakit para bulundurun.
5. sağlam ve ayık kalmaya çalışın.
ne yaptığını bilen dört kişi, dört yüz bildiri dağıtıcısından daha etkili olabilir. meseleler ağırlaştığında kaçacak ya da tüyecek güvendiğiniz insanlardan oluşan küçük bir grup bulun ve onlarla sıkı bir ortaklık yaratın.
6. her türden durumla başa çıkmanızı sağlamak için hazırlıklı olun, sözgelimi taktikler, yerel coğrafya, acil telefon numaraları vs. gibi. denildiği üzere en iyi devrimci eylemler aslında yapılmadan önce kurgulanmış olanlardır.

6 Ekim 2007 Cumartesi


if the kids are united….

sokaklarınızı güzelleştirin: kuşlayın, pullayın, boyayın, yazılayın. sokak lambaları iki işe yarar faşistleri sallandırmak için ve süslemek için. aşağıda origami kılavuzu değil “çıkart-yapıştır” materyali PDF olarak hazır ve nazır. kullanması çok basit A4 ebatlarında kağıdı alın yazıcıya yerleştirin. dosyayı açın ve yaz komutu verin. odanıza de’il; evinizin kapısına de’il ama başka her yere yapıştırın.


seçim karşıtı 4567742345
seçim karşıtı 5664788899
seçim karşıtı 5461788349
sınıf savaşı 53875093229
sınıf savaşı 19850340333
sınıf savaşı 78623904721
sınıf savaşı 45655009902
sınıf savaşı 11980913790
sınıf savaşı 23556777785
sınıf savaşı 24689304422
antifaşist 768833330779
ertuğrul özkök bilincimi o kadar esir aldı ki artı ben de rahatlıkla onun ayarında (çok mu aşırı oldu) saçmalayabiliyorum; örneğin: “masamın üstündeki sayfaları da tıpkı içeriği gibi eskimiş komünist manifestonun yanında duran gazeteden kesilmiş fotografa bakınca küçük kızıl hooliganlar diye başlayan bir şiir yazmak isterdim, ama…” onun yerine bir sürü çıkartma taslağının bağlantılarını eklemek daha iyi oldu sanki. şu anda sadece bir küçük şarküteri düzeyinde açabiliyoruz. gene de örgütlü ya da örgütsüz herkesin rahatlıkla basabileceği bir şeyler. sokaklarımızı rengarenk bir agit-prop anıtına döndürmek için bir şeyler. ya da hepimizin algısını açacak ve de belki de kıçımızı kaldırmamıza neden olacak bir şeyler. DIY
odtü üzerine bir şeyler: M11’de gözlerimize inanamıyorduk, ağlamak istiyorduk. çünkü ankara kenti sınırlarında bile yıllarca zorlukla konser verebilmiş olan grup yorum küçük amerikan eyalet üniversitesinin yerleşkesine buyur ediliyordu. üstelik de rektörlüğün bilgisi ve elbette ki izni dahilinde. Geleneksel yürüyüş diye ortaya çıkan muamma ise kafa karıştırıcıydı. yıllarca kendimizin çok da umursamadığı hatta kişisel olarak da bir tür hippie yanılsaması olarak addettiğim menşur devrim yazma ayini şenlikleri için yeşil sahalara girmek zorlu ve yorucu bir inatlaşma hatta göğüs göğse çarpışmalarla mümkün kılınabilmişti. hakikaten iyi anımsamıyorum yürüyor muyduk diye (tabii taksiyle gitmediğimize göre bir şekilde yürüyorduk) ama sanırım girebilmek için güç; güç olabilmek için kenetlenmiş bir kalabalık olmak gerekiyordu: toplu yürüyüşe nümayiş deniyordu o zaman. bugün ise en az 2000 velet ellerinde neredeyse üniversitelerde açık siyasal faaliyet yürüten ya da yürütmeyen her bir grubun rengarenk pankartları ve bayraklarıyla yürüyordu. odtünün artık mezuniyetine ve kariyerine odaklanmış öğrencilerini stada devrim yazmaya çağıran sloganlarını atarken de çok ciddiydiler; devrim yazarken de disiplinliydiler. güzel görüntüymüş vesselam fotoğrafa bakınca öyle görünüyordu. velhasıl koca “odtü devrimci geleneği”nin stad ve çevresinin yazılanmasından ibaret bir hizaya indirgenmesi ne acıklıydı. eskiden de dışarıdan akardı yoldaşlar odtüye ama sıkı güvenliği sağlam geçerlerdi-her bir a1 girişi mübarek metris kaçışı tadında anlatılırdı. şimdiyse pankartlar, bayraklar, üstünde grup yorum olan kocaman bir sahne, açık bırakılmış kapılar, yüzlerce m. öteden sadece kamera ve görünmeyecek şekilde takip eden ögb ve eski dost jitem vd….seneye şöyle bir odtü şenliği olur mu diye düşlüyorum: mesela sahnede önce grup munzur, ardından asıl eleman olarak da ali asker. “geleneksel yürüyüş” içinde şöyle öne bir devrimci kamyon-ses aracı gelse yürüyüş güzergahı da bütün yerleşkeyi kapsayacak şekilde genişletilirse tamamdır işte gerçek devrimci gelenek bir anda kök salar. acaba öyle mi?
klişe ama gerçek: yeni zamanlarda her şey satılık. o kadar satılık ki her şey sözgelimi devrimci ikonlar yarattılar, utanmadılar kanla yaratılan değerleri sakız ettiler ve şimdi de insanlarımızı, kardeşlerimizi saçma bir gösterinin parçası yapıyorlar. birileri devrim yazıp da özgürleşirken ufaktan; birileri de bu pagan ayinini ellerini ovuşturarak seyrediyor: çünkü pazarlama belgesellerinde bile demokratik, katılımcı bir odtüden 68’in devrimci geleneğinden bahsediyorlar artık. kafamıza coplar inen, silahlar sıkılan odtü değilmiş hayal görmüşüz. yurtlardan alınıp da alaya gönderilenler o kadar çok içmiş ki alemlerde uçarmış çünkü orası odtü değil, hyde parkmış… AcIyoR; aCıYor ama küfür yok!
YÖK’ün stratejik konumundan herkes haberdar; peki ya taktiklerinden. yıllardır, öğrenci topluluklarının fark edilmesine koşut polis birliklerinin giriş yaptıkları dtcf orta bahçesini, TGB yürüyüş öncesi toplanma yeri olarak seçebiliyor şu sıralar. ve rektörler laik cephenin olası militan paydaşları solcu bebelere kısmen kucak açıyorlar bu sıra. bazıları utanmadan “gerekirse öğrencilerimizi sokaklara salarız” diyebilecek kadar da rahat. geri dönelim: M-11, küçük kardeşlerimiz güzel bir gece geçirdiler ama şimdi sıra aklı başa toplamakta. ancak böylece o küçük kardeşlerimiz; yoldaşlarımız ve canlarımız umarım mezuniyetlerinden sonra örgütsüzleşen, depolitizasyonun göbeğine düşen, sıradanlaşan, hızla silinen ağabeylerine ve ablalarına benzemeyecekler…

P.S. bu yazı aklımdayken ve yazılırken İP vs. ESP çatışmaları, baskınları, adam kaldırmaları vs. olmamış, ufukta belirmiş, vuku bulmuş ve olmuştu. daha sonra içine girmek farzdır ama en basit anlamıyla “üniversiteler bizimdir” diye düşünen arkadaşı da… akla davet ediyorum: bir cavcav stili kol çekiyor ve ses veriyorum “arggggghh bizimdir”

1 mayıs vesilesiyle bazı tvlerde bile fondan ucundan accık sunulan 1 mayıs marşını her nasılsa febenin şampiyonluğuyla doyasıya dinlemeye başladık. neeee? çünkü sevgili febe 100. yıl albümüne hazırlanmış şarkılardan biri olan marş alenen tüylerimizi diken diken ediyordu. bu alemde bir tek kendinin akıllı olduğunu sanan, muhtemelen solcuların bu dünyada en azından bu ülkede tedavülden kalktığını düşünecek kadar eblek, anadolu rock bilmemnesi kıraç’a aynen anlayacağı dilden bir besteyle doğrudan tribünden karşılık vermek (küfür yok!:) makul olacaktır.

kıraç, kıraç söyle sen kimsin
paragöz hırsızın tekisin
çalıp da kimse saklanamaz
bedelini ödemeden kurtulamaz

anekdot: gündoğdu meydanında milyonlarca yurttaş sözde bir tehlikeye karşı can siperane mücadeleyi sürdürürken kürsüden arada bir alanda yer alanların adları belirtiliyor. kitle o pis izmir sıcağının etkisiyle iyice sersemlemiş belli. bir ara tanıdık bir başka ad anons ediliyor yaklaşık şu minvalde “türk ortodoks patrikhanesi sözcüsü-basın danışmanı sevgi erenerol’da artık ulusalcı saflarda” enerol bir ara sıkıca kanatları altına girdiği mhp’de yarattığı akıl karışıklığı, öfkeyle karışmış duygu selinin bir benzerine vesile oluyor alanda. kısmi alkışlar bunu doğruluyor ama peki aynı anonsun üstüne “birleşin” diye bağıranlar ne demek istiyor? HULKi cevizoğlu ve ekibini, cumhuriyet mitinglerini yok etme yönünde saran bu misyoner zehirle mücadeleye çağırmama gerek yoktur eminim o mesajı zaten almıştır. haydi pislikler yeni katliam hedefleri için ağzınızı doldurun. sıradaki aday……..
HULKi hayatını cumhuriyetin düşmanlarını yok etmeye adadı ve bu güvenin karşılığını da fazlasıyla görüyor: genelkurmay kavşağında bulunan reklam panolarında siyasi reklam görme şansınız neredeyse yoktur. buraya konan reklamlara yalnız bb değil aynı zamanda üniformalı VGKB de bakmaktadır. Burada artık kendisinin meclise bakan yüzünü görüyoruz. büyük biraderin cin kardeşi sizi izliyor. adımlarınıza tikkat…


vardık, varız, varolacağız…
bugünlerde avrupa’nın üstünde bir hayalet dolaşıyor ve bu muammer güler’in yalnızca hayali değil aynı zamanda fikriyatı. egemenlerin İstanbul’da başlattıkları saldırı dalgası kıtayı sarmalıyor. bazen Paris’te ve Lyon’da “Fascho Sarko” karşılama komitesi üyelerini bahane ederek göçmenlere yöneliyor. bazen Berlin, Hamburg ve Bremen’de anti-G8 kampanyasının yürütüldüğü merkezlere yönelik saldırılara dönüşüyor. bazen ise Christiana’daki binalara yönelik yıkım faaliyetinde kendini gösteriyor… egemenlerin baskısına, domuzların saldırılarına ve kitle iletişim araçlarının yalanlarına inat direniş sürüyor!!!




belsen was a gas and I’ve never seen yıllarca kafa bulduk “ağlamak için gözyaşartıcı bombalarınıza ihtiyacımız yok” diye. oysa artık yalnızca bizleri ağlamak zorunda bırakmıyor; kent merkezlerini birer toplama kampı; sokak aralarını gaz odasına dönüştürüyorlar. cemevine panzer sokuyor, evlerin içine gaz bombası atıyor, o sırada yoldan geçen insanlara coplar ve CSle saldırıyorlar. yalılarda sefa süren sevgili efendilerine köpeklik yaptıkları için liyakat madalyası değil ama belki iki kuruş fazla yıpranma tazminatı ve en fazla emekli maaşı alacak o domuzların yüzleri aynıdır: ismail sevindik’i öldürenin adı da kazım çakmakçı’dır.


PVSK’da yapılan yenilemeler sonrasında her yeni gün yeni bir polis şiddeti vakası daha belgeleniyor. Üstelik artık haber kanalları bile cep telefonuyla, amatör kamerayla çekilmiş şiddet görüntülerini iletiyor-av sezonu başladı ki ilk kurbanlarından mustafa kükçe’nin işkence sonrası öldüğü bildiriliyor.
Mustafa Kükçe, hırsızlık iddiasıyla gözaltına alındı. Üç karakol gezdirildi. Tur bittiğinde ayakta duramıyordu. Vücudundaki darp izleri doktor raporuyla belgelendi. Ümraniye Cezaevi'ne geldiği ilk gün yaşamını yitirdi... "Dizlerinde şişmiş ve açılmış yaralar vardı. Sol arka omzunda yara ve sağ boşluğunda kan toplamış şişlik gördüm. Ellerinin ucu simsiyahtı. Kollarında izler vardı. Hayalarından biri patlamıştı. O an aniden kalbim sıkıştı." Ali Yılmaz, 15 Haziran'da Acarlar Karakolu'nda sapasağlam gördüğü 24 yaşındaki amcasının oğlu Mustafa Kükçe'yi bir gün sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin morgunda bu halde buldu. Ailesi, Mustafa Kükçe'nin işkenceyle öldürüldüğünü ileri sürerken Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 'ölü muayene tutanağının' bu iddiayı doğruladığı öğrenildi.
Kükçe savcılıktaki ifadesine göre, 14 Haziran'da üç arkadaşıyla bir inşaattan 'jantlarıyla' birlikte üç lastik aldı. Polis takip etmeye başladı. Arkadaşları kaçtı, güvenlik güçleri Kükçe'yi yakaladı. Kükçe, Sarıgazi'de yakalanıp önce Dudullu, sonrasında da Acarlar Karakolu'na götürüldü. Haberi duyan ailesi kapı önüne geldi. Kayınpederi Ali Elver, nezarete girip damadıyla görüştü: "Sağlığı yerinde görünüyordu." Gazi Alver'e göre Kükçe, bir gün sonra 11.00 sularında karakoldan çıkarıldı: "Elleri kelepçeliydi ama sapasağlam yürüyordu. 'Beni dövmediler' dedi." Kükçe'nin kayınvalidesi Emine Alver'e göre, 'biri kilolu, biri kısa boylu iki sivil polis arasında' karakoldan çıkıp Çakmak Karakolu'na götürüldü. Ali Yılmaz ve diğer akrabalar bu karakolun önünde geldi: "Mustafa'yı görmek istedik. Bize 'Pis Çingeneler', 'Pis Aleviler' diye hakaret ettiler. Sonra da yumrukla vurdular." Aile, Kükçe'nin 19.00'da savcılığa çıkarılacağını öğrenince Ümraniye Adliyesi önünde toplandı. Adliyenin önünde bulunan Ali Yılmaz'a göre Kükçe, dört resmi polisin kolları arasında savcılığa çıkarıldı: "Elleri kelepçeliydi. Yürüyemiyordu. Yüzünde darp izi yoktu ama çok kötü görünüyordu. Köpek ölüsü gibi sürüdüler." Kükçe, çıkarıldığı savcılık tarafından tutuklanması istemiyle hakime sevkedildi. Çıkışta, annesi Gülbeyaz, oğlunun yanına gitti: "Ana ağlama, peşimden gel, dedi. Mahkeme önünde ölü gibiydi."
Kükçe, Ümraniye Cezaevi'ne gönderildikten bir gün sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi'nden acı haber geldi. Morga giren Mustafa Kükçe'nin bacanağı Oktay Ergöçer, işkence izlerini belgeleyebilmek için cep telefonuyla fotoğraflar çekti. Mustafa Kükçe, 17 Haziran'da Çakmak Mezarlığı'nda defnedildi. Kükçe'nin ailesi, çocuklarının polis işkencesi sonucu öldürüldüğünü düşünüyor, suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Soruşturma başlatan Ümraniye Başsavcılığı yetkilileri, Kükçe'nin dosyasında birden çok sağlık raporu bulunduğunu, mahkemeye çıkmadan önceki son raporunda, darp izine rastlanıldığını belirtti. Bir yetkili, "Cezaevinde sabah sayımına katılmayınca olay anlaşıldı. Hastaneye götürüldü" dedi. Ümraniye Cezaevi yetkilileriyse hapse girdiği sırada Kükçe'nin vücudunda ekimozlar (kanamaya bağlı büyük leke ve çürük) bulunduğunu vurguladı.


yukarıya bakılarak sol hareketin içinde kadar sinmiş olan insan hakları savunuculuğu eğiliminden nasiplenildiği düşünülmesin gene de haklarını bilmek iyidir, yasaların kimler tarafından ve kimlerin haklarını korumak için yazıldığını unutmadan elbette. yoksa filmin haiku gibi adı şudur: “geçen yaz ne yaptığını hala biliyorum!”

…küfür yokh…küfür yogk…küfür yokh… bi’ kere sahtekar diye bağıralım şu jose mourinho’ya yawhh; hadi beyler yawwww.

o gün orada biz de olabilirdik. o gün orada hepimiz havaya uçabilirdik… o gün 9 kişi öldü. anafartaları unutmayacağız, affetmeyeceğiz… biz yaşam alanlarımızda faşist mikropla hasbelkader mücadele ederken ayağımıza dolanan pislikten artık gına geldi. hamasetin, başka bir tür hamasetle; siyasi lafazanlığın, laf ebeliğiyle; provokasyonların, beterleriyle; ulusal kurtuluş hareketinin, kitlesel refleksle karşılık bulduğu bir döngünün içinde anafora kapıldık, boğuluyoruz. mevzuu hakkında politik olarak “devrimci demokrasi” eğiliminin olanca hastalıklarını bünyesinde taşısa da belirli bir görecelikle
duygulara tercüman olan, eski bir cephe metni.
faşist (agabey.version 2.0) tv kameralarına özeleştiri veriyor: “kendi önyargılarıyla yüzleşemeyen toplumlar medenileşemezler!” bu faşistler böyle garip bir tür sadece tr’de deil diğer memleketlerdeki mankafa kardeşleri de aynı şekil. saldırıyor, yaralıyor, öldürüyorlar ama sonra bedel ödemek söz konusu olduğunda zırlamaya başlıyorlar. Daha doğrusu önce hafiften bir kitle iletişim araçlarındaki akıl karışıklığı yaratıp yıldızlaşmak bu vesileyle halk desteği bulmak için özeleştirel bir saçmalık atıyorlar ortaya. sonra çok geçmeden vazgeçip “hardcore fash” görüntüsüne bürünüyorlar mesela sivas katliamı sanıkları, danıştay alparslanı gibi. bazısı ardından başka akımlara, meslek alanlarına, dinlere musallat olabiliyor. anımsayın MAA mesihliğe bile maydanoz olmuştu. neyse sonra o kadar beyin hücresiyle azıcık idman yapınca, suyla kafa bulmuş kıvamına gelebiliyorlar. bu tarifler gelecekte görülmesi olası vakalar için önlem alın diye. bu sıra VKGB operasyonu vesilesiyle; “genç subaylar”ın duygu ve düşüncelerine tercüman olduğu yaşlılar cemiyeti TUSED üyelerinin, sivil toplum kuruluşu olan KMD’den alınan alınana. daha önce zaten benzer bir vaka yaşamış/kendini bıçaklamış ama öldürememiş olan pislik (komutan.version g) için kızı haykırıyor “adı gibi muzaffer, soyadı…”nı anmaya değmez. bir diğeri beş yıldızlı (pasha.version D) ama şair ruhlu, darbeci ağabeylerinin sanatçı ruhu ona da bulaşmış bir kere, gene de halkı dil, din, ırk temelinde düşmanlığa körüklemesine mani değil, cenaze törenlerinde monologdan ibaret faşist piyesler sahneliyor. piyeslerde ismi pis kokan ağızlarda söyleneni öldürenlerin davasında yıldız adayı faşist (avukat.version 2.0) kükrüyor: “hepiniz ermenisiniz, hepinizin ermenistan pasaportu var” neyse ki ancak iki cümle kurabilecek kadar ayarlanabiliyor da “hepiniz diasporasınız, hepinizin karabağ pasaportunuz var” diyemiyor. asıl yıldız avukatın (avukat.version 1.0) işleri yoğun ekümenik avukat olmaya hazırlanıyor ekselansları, sen sirod meclisinin toplanmasını mahkemeler huzurunda engelleyebilirse bir sonraki adımda hedefi vatikan olur herhal; hitler p.çi ratzinger (pope.version 18.0) uyarılmalı artık daha dikkatli olmak zorunda kalabilir-rakip güçlü, üstelik antrenmanlı; bir başka faşist (basbug.version b) seçim otobüsünden bağırıyor çatlak sesiyle ve şöyle buyuruyor: “bize gelen cenazelerden oy kazanıyor diyorlar, ne yani biz kanla mı besleniyoruz, vampir miyiz biz?” haşa ne vampiri, kenesiniz siz… adı anmaya değmez bu pisliğin yağlı urganını kendi eliyle hazırlayıp cahil kitlelere tutup-fırlattığı, aslında olsa olsa gösteri amaçlı ip atladığı konu mankeni ya da hiç tanımadığı kardeşi ise quarantined (serok.version j). ama kendi küçük hagannah/irgun fasit dairesinden ibaret görüngüsünde tarih tekerrür ediyor. o abaküste gün sayarken, insancıklar ölülerini sayıyor…
şu adreste, bir de bu adreste, işyerlerinde, okullarda ve ısrarla da sokaklarda. konformizm dişlerini gösteriyor bazen ama komünarların soludukları kaçamadığımız hava, o devrimci ruh dolanıyor hep çevremizde. tribünlerde, sokak gösterilerinde, konserlerde; bildiğin aynı lağım çukurunda ve nefes alınabilen her yerde ve hiçbir yerde. bugün burada ve kim bilir belki de yarından sonra yok.

bilinçlen, örgütlen, eyleme geç!